2 Ağustos 2015 Pazar

"Tarihe Düşülen Notlar"dan...(İki ilave ile)

Bugün (3 Ağustos 2015) Yüksek Askeri Şura başlıyor.

Şura'da Kara Kuvvetleri Komutanı Hulusi Akar'ın Genelkurmay Başkanı olması bekleniyor.

Bunun üzerine 30 Ocak 2015'te yazılan "Tarihe Düşülen Notlar - 90" başlıklı yazıyı anımsayıp, üstüne bir-iki ilave yapmakta fayda var.

***

Tarihe Düşülen Notlar - 90 




"ABD Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ray Odierno, Washington’ı ziyaret eden Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Akar’a liyakat nişanı verdi. Ödülün Akar’ın Suriye konusundaki tutumu ve Türkiye ile ABD askeri kuvvetlerinin işbirliğine sağladığı katkılardan dolayı verildiği açıklandı." [1]

28 Ocak 2015

***

Ray Odierno kimdir?

Şu an ABD Kara Kuvvetlerinin başında bulunan bu kişi, 2003'te Kuzey Irak’ın Süleymaniye kentinde, 4 Temmuz 2003 tarihinde, Türk İrtibat Timi’nin başına çuval geçirilmesi emrini veren kişi. [2]

İnsan, bu ismi duyduğunda tüm Milli ve anti-emperyalist hassasiyetlerle öfke kusmak istiyor.

Fakat bir deyiş acı acı durduruyor insanı:

"Sen eşek olduktan sonra semer vuran çok olur."

***

Sözde silah arkadaşlarının kişiliklerine yapıştırılırken Balyoz - Ergenekon kumpaslarıyla en ağır, en adi, en haysiyetsiz, en şerefsiz ithamlar;

Aynı Amerika'nın CIA uzmanı Henri Barkey derken “AKP ile anlaşarak TSK’yı çok sıkı kafesledik”[3];

Aynı ABD'nin Kara Kuvvetleri Komutanı, dönemin "çuval geçireni", "gel takayım" diyor Hulusi Akar'a, 
LİYAKAT'ı, 
seve seve diyor, 
ses çıkarmadan eğiliyor önünde,
takıyorlar
madalyayı.
Bilezik gibi geçiyor boyna ip.
O'na ip, 
bize ilmik.

"Liyakat'ın anlamı acaba ne ola ki?" derken insan,

çün buyuruyor TDK,

-tabi bu kelimenin de anlamı yine Hükümet'in çıkarları doğrultusunda değiştirilmemişse-:

"Bir kimsenin, kendisine iş verilmeye uygunluk, yaraşırlık durumu". [4]

Tam bu anda insanın aklına "Askere düşmanlık, düşmana askerliktir" sözü geliyor.

ABD'nin bize karşı olan müttefiklik anlayışını ülkedeki sağır sultan bile bağıra bağıra anlatıyor.

Aynı Hulusi Akar'ın, "Gerekirse Suriye'ye dört adam gönderirim. Türkiye'ye 8 füze attırıp savaş çıkartırım" [5] sözüne nasıl seyirci kaldığını hatırlıyor, 
susuyorum.

Durumu şöyle açıklıyor ABD Ordusu Yetkilileri:

“Suriye konusundaki tutumu ve Türkiye ile ABD askeri güçlerinin iş birliğine sağladığı katkıdan dolayı bu madalya verilmiştir".
[6]


Nedense, bu cümleyi okuyunca, karşı cinsi et olarak gören ve onu anlık elde etmek için güzel sözler söyleyen insan iğrençliği geliyor aklıma,

aldığım nefesten utanıyorum durum karşısında.

Bu kez Cengiz Özakıncı'nın sözleri çınlıyor kulaklarımda:

"Göğsünde emperyalist devlet madalyaları taşıyan aydınlar, emperyalist devletlerle işbirliği yapan politikacıları, işadamlarını suçlayabilirler mi?" [7]

Biraz değiştirip ben soruyorum:

"Göğsünde emperyalist devlet madalyaları taşıyan askerler, emperyalist devletlerle işbirliği yapan politikacıları, işadamlarını suçlayabilirler mi?"

En fazla bir kere öl(ebil)mek için canına kıyan Ali Tatar gibi onurlu komutanlar geliyor aklıma, saygımla nefretim eşdeğer oranda artıyor, dağıtıyorum herkesin payına ne varsa.

İhanetin resmini çizemiyoruz ama her gün daha fazlasını görüyoruz.

"İnsan onuru ve şerefi için yaşar" demişti babam, böyle kişiler insanların yüzüne nasıl bakar, hadi insanları geçtim, istediği kadar hızlı ve güçlü olsun, kendi vicdanından nereye kadar kaçar?

Bankamatiğinden çektiği paradaki kirlilik işlemez mi genetiğine insanın?

Son söz yine dara düştüğümde dayandığım adamda, Atam'da:

"Orduyu imha etmek için mutlaka subayları mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta, engeller ve müşkülat kalmaz. Bu hakikat karşısında ve içinde bulunduğumuz vaziyete göre subaylar heyetimize düşen vazifenin mahiyeti, ehemmiyeti ve kıymeti kendiliğinden meydana çıkar.

Millet, bağımsızlığının muhafazasından ibaret olan hayati gayesinin teminini ordudan, ordunun ruhunu teşkil Eden subaylardan bekler. İşte subayların yüce olan vazifesi budur. Allah göstermesin milletin bağımsızlığı ihlal edilirse bunun vebali subaylara ait olacaktır.

Onun yaşamak için bir çaresi vardır. Şerefini korumak! Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar altına atmaktır. Dolayısıyla subay için "ya istiklâl, ya ölüm" vardır."
[8]


***

Bu yazıya, yazıyı okuyan kişiler tarafından bir ilave yapılmıştı zamanında.

Önce o iddiaya bakalım.

Haber 14 Ağustos 2013 tarihli.

Metin şu şekilde:



"Şimdiki Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, 23 Ağustos’ta yeni Kara Kuvvetleri Komutanı olacak. Ancak Akar’In İzmir’de süren “Fuhuş ve Casusluk Davası”nda “bilirkişiye baskıyla talimat veren komutan” olarak anıldığı ileri sürülüyor.
Davada yargılanan Tümamiral Ercüment Tatlıoğlu ve 26 kişinin avukatı Kemal Nevzat Güleşen’in Aydınlık gazetesine aktardığı bilgilerse Deniz Kuvvetleri personelinin nasıl bir komplo ile karşı karşıya olduğunu gösteriyor.
Avukat Güleşen, Hulusi Akar’ın bilirkişiye baskıyla “emir ve talimat” verdiği şeklinde duyumlar aldıklarını söylüyor ve şöyle anlatıyor:
“İzmir’de devam eden fuhuş ve casusluk davasında iddianame henüz yayınlanmadan önce savcılık Genelkurmay Başkanlığı’ndan ‘belgeler gizli midir değil midir’ şeklinde bir tür bilirkişi raporu istedi. Genelkurmay Başkanlığı 2012 Eylül ayında hazırladığı raporla, birçok belgenin gizli olmadığını veya güncelliğini yitirdiği için gizli olmadığını savcılığa belirtti. O dönem savcı olan Zafer Kılınç baktı ki, bu rapor personelin lehinde, çok ağır bir fırça mesajıyla yeniden bir rapor daha yazılmasını istedi. Genelkurmay Başkanlığı da Kasım ayında ikinci bir rapor daha hazırladı. İki raporu karşılaştırınca, daha önce ‘güncel değildir’, ‘gizli değildir’ gibi ifadeler kullanılan belgelerin bu kez, çok ağır bir şekilde suç haline dönüştürüldüğünü gördük. Eylül ve Kasım raporları arasında çok ciddi çelişkiler vardı, ama incelenen belgeler de, raporları hazırlayan Deniz Kuvvetleri personelinin adları, parafları da aynıydı.”

Avukat Güleşen’in bu çelişkinin nasıl ortaya çıktığı konusunda anlattıkları, skandalın boyutunu da gözler önüne seriyor:
“Sonradan kulağımıza bazı duyumlar geldi. Şu anda bunu ispat edebilme imkânımız yok. Ben duruşmada işte bu duyumları dile getirdim. Buna göre Kasım raporu hazırlanmadan önce Genelkurmay İkinci Başkanının (Hulusi Akar) bu raporu hazırlayacak şahıslara ya da onları yöneten lider takımını toplayarak ağır bir rapor yazılmasını, herkese en azından Türk Ceza Kanunu’nun 334/1 maddesinden ceza verilmesini, tablolarda belgelerin bu şekilde belirtilmesini istediği şeklinde bir duyum geldi.”
“Eğer böyle bir şey varsa bu çok ayıptır, bilirkişiye müdahale edilemez. Bırakın hukuki olmayı, ahlaka aykırı bir şeydir. Biz O’nun da burada gelip dinlenmesini istiyoruz. Böyle bir emir ve talimat verdi mi?”

Burada birçok teknik sıkıntı olduğunu dile getiren Avukat Güleşen, Kasım raporuna ise şu gerekçelerle itiraz ediyor:
“Bilirkişi müessesesi eğer kurul halinde çalışıyorsa oybirliği ya da oyçokluğu yöntemi kullanılmaz. Yani, oylar hangi tarafta çoksa o görüş oraya yazılmaz. Herkesin görüşü yazılır, muhalif kalanlar, kendi muhalefet şerhlerini yazarlar. Dolayısıyla, şu anda Genelkurmay Başkanlığı’nın geçen Kasım ayında gönderdiği rapor, sanıklar açısından son derece aleyhte, adeta özellikle cezalandırılması hedeflenmiş şekilde taraflı, her türlü objektiflikten uzak. Dolayısıyla biz bu raporu hiçbir şekilde kabul etmiyoruz.”

Avukat Güleşen, son rapor konusunda Genelkurmay’ın da “pişman olduğu” saptamasını yapıyor:
“Zaten Genelkurmay Başkanlığı da adeta böyle bir raporu hazırlamış olduğu için sonradan pişman oldu… Genelkurmay Adli Müşaviri’nin Kasım raporu hakkında Mahkemeye verdiği yazıda denildi ki, ‘Ben bu raporu hazırlarken bu belgelerin gerçek olduğu ön kabulü ile hazırladım. Şimdi bana müsaade edin, alt birliklerimle de koordine kurayım, bu belgelerin gerçek olup olmadıklarını araştırayım, ona göre bir rapor hazırlayayım’. Burası çok komik! Bir bilirkişi olarak bir ön kabulle nasıl bir rapor hazırlarsın? Sen onların gerçek ve güncel olup olmadığını incelemekle görevli makamsın. Bir bilirkişi kendisinin objektif olmadığını, taraf olduğunu, kendisi zaten itiraf etmiş oldu.”

Avukat Güleşen“Objektif olmadığını itiraf etmiş oldular. Bu da Türk Ceza Kanunu’nda suç olarak düzenlenmiştir. Bu iş eninde sonunda bu raporları hazırlayan kişilerin yargılanmasına kadar, hatta böyle bir emir ve talimat vermişse, Genelkurmay İkinci Başkanı’nın yargılanmasına kadar gidebilecek yeni yeni hukuki süreçlerin önünü açabilecek bir durumdur” diyor. [9]

***

Bunun üzerine son ilave de, Kumpas davalarının başlıca hedeflerinden olan Kurmay Albay Mustafa Önsel'in kitabından:
"Bölümü kapatmadan, Korkut Paşa'yla ilgili, İstanbul'da yürütülen ''Casusluk'' davasından tutuklu olan Deniz Yüzbaşı Ekrem Saltuk Baysal'ın bizzat tanıklık ettiği ve sonrasında bana aktardığı bir olayı da okuyucuyla paylaşmak isterim. 
   
Olay, 2011 yılının Ağustos'unda Hasdal'da tutukluların tıraş olduğu berberhanede gerçekleşir. Tutuklu olması sebebiyle terfi edemeyen ''Korkut Dede'' tıraş olmaktadır. Onun yerine terfi eden Hulusi Akar Paşa, veda ziyaretleri kapsamında Hasdal Askeri Cezaevi'ne de uğrar. Devre arkadaşı olan Korkut Paşa'ya da Allahaısmarladık demek için berberde olduğunu öğrenerek oraya gelir. Saltuk Yüzbaşı berberhanenin kapısındadır. Hulusi Paşa hem berber askere hem de Saltuk Yüzbaşı'ya ayrılmalarını söyler. Fakat Korkut Paşa yerinden dahi kımıldamaz, Hulusi Paşa'nın ikazı üzerine, sesindeki öfkeyi pek de gizlemek istemeyen bir tavırla ''Bak Paşam, benim Mehmetçikten de, bir yüzbaşıdan da gizleyecek bir şeyim yok. Ne söyleyeceksen onların yanında söyle'' der.

   
Bu tavır karşısında Hulusi Paşa önce ne yapacağını bilemez. Biraz bekler sonra da oldukça sıkıntılı bir şekilde, ''Gelişmeler benim tasarrufumda değil takdir edersin ki. Verilen görevi kabul etmek zorundayız. Elimizden ne gelir? Beni mazur görmeni istirham ediyorum. Ayrıca sana hakkını helal et demek ve veda etmek için geldim.'' der ikircikli bir ses tonuyla. Korkut Paşa, berber koltuğunda, önünde önlük bağlı olduğu halde, hiç istifini bozmadan kurşun gibi yürek delen bir cevap verir:


   
''Sana helal edilecek bir hakkım olmadığını düşünüyorum. Allah sizleri affetsin! Sana, vatan hakkını helal etsin! Sana başka söyleyecek bir şeyim yok!''


Anlatılana göre, Hulusi Paşa öylesine kalakalır. Ne diyeceğine, ne yapacağına karar veremez bir süre. Sonra toparlanır, hiçbir şey demeden oradan süratle uzaklaşır. Acaba Korkut Paşa'yı kızdıran, sadece kendisinin yerine bir başkasının terfi etmesi miydi, yoksa bizim bilemediğimiz başkaca bilgilere de sahip olduğu için mi böylesine olumsuz ve sert bir davranış içine girmişti? 

Bilemiyorum." [10]

***

Çok büyük bir sürpriz olmazsa Hulusi Akar'ın bugün Genelkurmay Başkanı olacak olması, kumpas davalarının hedeflerinden birisine varması anlamı taşıyacaktır.

Mustafa Korkut Özarslan'ın değil de Hulusi Akar'ın terfi alıp, Genelkurmay Başkanı olması, yine kumpas davalarındaki mağdur subaylardan birisinin tabiri ile "Yüz yıllık ayar"dır.

Sonrasını da yaşayarak göreceğiz..

Bu döneme kadar olan her şeyi, unutmamak üzere not ederek.


Çağdaş Bayraktar
3 Ağustos 2015


DİPÇE:

[1] http://www.hurriyet.com.tr/dunya/28064163.asp
[2] http://odatv.com/n.php?n=tatsiz-tesaduf-3001151200
[3] http://www.yenicaggazetesi.com.tr/turk-ordusunu-kafesledik-68868h.htm
[4] http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&kelime=LİYAKAT
[5] http://www.odatv.com/n.php?n=gerekirse-suriyeye-dort-adam-gonderirim.-turkiyeye-8-fuze-attirip-savas-cikartirim-2703141200
[6] http://odatv.com/n.php?n=tatsiz-tesaduf-3001151200
[7] Cengiz Özakıncı - Neveser: Yazar ne yazar, ne yazamaz
[8] http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-05/ataturkun-bilinmeyen-bir-konusmasi
[9] http://vagus.tv/2013/08/14/org-hulusi-akar-hakkinda-bilirkisiye-baskiyla-talimat-veren-komutan-iddiasi/
[10] Mustafa Önsel, Silivri'de Firavun Töreni, 2014




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder