19 Mayıs 2015 Salı

19.19 - Çağdaş BAYRAKTAR (18 MAYIS 2012 Tarihli Yazım)



19.19 - MİSİLLEME


Bu yazı, beklenileceği üzere 19 Mayıs’a saldıranlara saldırı eksenli bir yazı değil.

Bu yazı hatayı sürekli başkasında arayan zihniyeti yüceltecek bir yazı da değil.

Ve bu yazı bilindik şeyleri anlatacak tekrarlatacak bir yazı da değil.

Bu yazı 19 Mayıs’ı 18 Mayıs’tan ayıran ve ayırması gereken şeyleri anlatan bir işaret fişeği!

Hak edene “Tokat!”

Kişisine göre “Yüzleşme!”

***

Ah bu şapkayı önümüze koyamama alışkanlığımız !..

Yetmedi mi hatayı başkasında aradığımız?

Bakınız…

Evet ,

19 Mayıs 1919

Mustafa Kemal’in Samsun’a ayak bastığı gün.

Herkesin başucu kitabı olması gereken “Nutuk”un başladığı yer.

Ama sadece bu kadar değil.

19 Mayıs elleri bağlı duran tüm mazlum milletlerin eline verilen bir bıçak!

İpini kesene,

İpini kesmek isteyene!

İstemeyenin ipinin kimin elinde olduğu ise belli!

Kurtuluş Savaşında Türklere yardımı sorulduğunda ne demişti Gandhi?

“Biz Türk Kurtuluş savaşıyla beraber bağımsızlık için savaşabileceğimizi anladık. Bu bakış açısını kazanmanın yanında yaptığımız yardım nedir ki?”

“Atatürk'ün fikirleri 3. dünya ülkeleri için yol göstericidir”


***

Kısaca soracak olursa nedir 19 Mayıs?

Umut!

***

Nasıl her kötü durumdan bahsederken sonunu “İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır!” ile bağlamamız gerekiyorsa, bir cümleyi daha zihnimize kazımalı, bir camekâna koymalı ,

tehlike anında camı kırıp uygulamalı!

“Hiçbir gün 18 Mayıs 1919’dan daha kötü değildir!”

***

Yine dönelim kendi yüzleşmemize…

Hep sallarız, bölücüye, dinciye, “her iki kişiden biri” ne. Peki, biz ne yapıyoruz?

Bunu okuyan birçok kişide beliren soru belli

“Elimizden ne gelir ki? Biz ne yapabilir ki?”

Mustafa Kemal’in elinde ne vardı?

Hiçbir şey!

O, inandı, bir halkı da inandırdı ve arkasına aldı.

Şimdi halkın zekâ seviyesini sorgulayanlara ve bu sorulara inat ne dedi Nutuk’ta?

“Millet tarihinin ancak devletlerin yıkılış ve çöküş gibi bunalımlı zamanlarında kaydettiği çok önemli ve tehlikeli anları yaşıyordu. Böyle anlarda, talih ve kaderini doğrudan doğruya kendi eline almakta gaflet gösteren milletlerin, gelecekleri karanlık ve gaflet doludur.

Türk Milleti, bu gerçeği anlamaya başlamıştı. Bu anlayış sonucuydu ki, kurtuluş ümidi vadeden her samimî işarete koşmaktaydı. Ancak, bir toplumun, uzun yüzyılların uyuşturucu yönetim ve terbiyesinin etkisinden bir günde, bir yılda kurtulup serbest kalabileceğini düşünmek ve kabul etmek doğru değildir.
Bu sebeple, durumu ve gerçeği bilenler, ellerinden geldiği kadar, bağlı bulundukları millete ışık tutup yol göstererek, ona kurtuluş hedefine yürümekte önderlik etmeyi en büyük insanlık görevi bilmelidirler.”

Kaçımız eleştirdiğimiz insanlar kadar hedef almayı göze alıyoruz?

Kaçımız eleştirdiğimiz insanlar için bedel ödemeye hazırız ve ödüyoruz?

Kaçımız gece yatarken vicdan azabı duyuyoruz?

Kaçımız Atatürk’ün fotoğrafına bakıp sorumluluğu üstleniyoruz?

Sadece kendine ait olmayan bir suçu sorumsuzluğu üstlenmek çok şey kaybettirmez, ama kendi kapasiteni arttırır. Tıpkı uzman “kolunuzu çevirebildiğiniz kadar sola çevirin” dediğinde çeviren kitlenin, sonra “şimdi biraz daha çevirin” dediğinde daha fazla sola çevirebilmesi gibi.

Ki bu sorumluluk ve vebal hepimizindir.

Eleştirelim ama alternatif üretmeyelim.

Konuşalım ama keyfimizi bozacağı nokta da susalım, kaçalım!

Ne güzel değil mi?

Rahatsız olmak zorundayız, rahatsız etmek zorundayız.

Çünkü insan sadece bir şeyden kendi hayatını doğrudan bozacak kadar rahatsız ettiğinde tepki gösterir bir şeye.

En azından gelişmemiş toplumlar için böyle.


***


Lise okuyup “Üniversiteye gidince bir şeyler yapacağım” diyen kardeşim!

Üniversite okuyup sadece kendi dersleri zormuş gibi “dersler çok ağır “ bahanesine sığınan arkadaşım!

Sosyal paylaşım ağında balık olup Kemalizm’i daha çok promil destekli masalara mezeye indirgeyen ama uygulamaya gelince susan, Gençler destek istediğinde kaybolan abim, ablam!

Şirketi olan, maddi gücü olan, ama destek istendiğinde bunlardan daha çok “bahanesi” olan büyüğüm.
Evladı olduğum, evladı olduğu için endişelenen annem! Babam!

Atı alan Üsküdar’ı çoktan geçti!

Bir gemideyiz. Ve o geminin en güzel yerinde dahi olsak, o gemi eğer su almaya başlarsa hepimiz batarız! Hepimiz!

Ne yapacağız yok!

Okuyacağız, düşüneceğiz, anlatacağız. Köy köy gezeceğiz. Halka inilmez, halka çıkacağız! Ve sadece Atatürk’ü anlatacağız!

Hiç bir şey yapamayıp da maddi ya da manevi güce sahip olan kişi isek, çalışana destek olacağız!

***

Bir ülkenin tamamının bilinçlenmesini kim istemez ki?

Ama kurtuluş için herkesin bilinçlenmesi tek koşul değil. Bu halk doğrunun arkasından gider, yeter ki “doğru” anlatılsın. Bu halk yanlışından döner, yeter ki alternatif yaratılsın!

Ne diyor Ulu Önder?

“Sakın bir kurtarıcı bekleme, yoksa sana karşı vazifemi yapamamış sayarım”

O’na bu hissiyatı yaşatmaya hiçbirimizin hakkı yok!

Şimdi kendi içimizde bu hesaplaşmaları yapıp, yazı da art niyet aramak yerine kendimizi eleştirmeye, eleştirdiğimiz yerde değiştirmeye başlarsak,

Yarın 19 Mayıs,

Büyük gün!

Ama hala aynı kalıp da egomuzla sarmaş dolaş olacaksak

19 Mayıs, sadece bir gün

Bu yazıyı okuyan bir insan ben duymadım, ben düşünmedim, benim aklıma gelmedi, diyemez.

Dedim ya bu yazı isteği olana çıkış yolu, bahanesi olana oyun sonu!

Şimdi herkes suçlu,

En çok ben!

En çok biz!

Bozalım o zaman bu oyunu!

Var mı peşimden gelen?


ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR
18 Mayıs 2012

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder